Aylardan ramazan,mevsimlerden güz mevsimi; O günlerde yıllık izinimi kullanıyorum
evimin penceresinden Ahır dağına bakıyorum,dağ
bize çok yakın dağın üzerine yer yer sis çökmüş, artık kış mevsimi yaklaşmış, büyüklerimiz ‘söz vaktinde açılır.’ derler ya
aynen,hatırladığım kadarıyla tam da şu anda içinde bulunduğumuz bu mevsim. Pencerden
öylesine bakarken içimden dağa çıkmak gezmek orman havasını teneffüs etmek
geldi.Tabi ki yalnız başına gezmenin
tadı tuzu olmaz bir de can yoldaşı gerekliydi.
Değerli dostum, arkadaşım emekli komiser Mustafa ağabeyi telefon ile aradım.Beraberce
gezme isteğimi bildirdim. Memnuniyetle kabul etti ve şu talebini de ilave etti:
“-Bak ne diyeceğim! Bu zamanlar mantar mevsimi, gitmişken ormanda mantar
toplayalım ne dersin.?”
“-Tamam… ama, ben mantardan anlamam bu konuda tecrüben varsa ben sana tabi
olurum.”
“-Anlaştık o zaman.Yanına keskin bir bıçak ve mantarları koymaya poşet
almayı unutma.”
Ekmek bıçağını iyice bileğledim adeta jilet gibi oldu.Montumu giydim, bıçağı
montumun iç sol cebine ucu üste, sap tarafı
aşağı gelecek şekilde diklemesine bilinçsizce koydum.Arkadaşım ile
sözleştiğimiz yerde buluştuk.Asıl maksadımız gezme olduğu için , araçsız olarak yürüyerek dağa
çıktık.
Etrafı aradık taradık ama mağlesef mantara rastlayamadık.Mustafa ağabey; “ Aslında havada
mantar kokusu var ama, henüz topraktan çıkmamış,birkaç güne kadar çıkar.” Gibi
ifadeler kullanıyor,havayı kokluyor ama nafile... Bayağı gezdikten sonra dönmeye
karar veriyoruz.Yolumuz zeytinleri daha öncesinden toplanmış hasadı yapılmış bir bahçeye uğruyor.
Zeytin ağacının en üst dalında üç beş adet zeytin kalmış, simsiyah o kadar güzel görünüyor ki anlatamam. Mustafa ağabey ile aynı zeytinlere bakıyoruz ve bana diyor ki:
Zeytin ağacının en üst dalında üç beş adet zeytin kalmış, simsiyah o kadar güzel görünüyor ki anlatamam. Mustafa ağabey ile aynı zeytinlere bakıyoruz ve bana diyor ki:
“-Hayatında hiç ağaca çıktın mı ? çıkıp onları alabilirmisin?”
“- Ağabey, ben köylü çocuğuyum.Hayatım elma ve dut ağaçlarında geçti.” dedim,
ve ağacın
tepesine çıktım zeytinleri kopardım. Ağacın dallarından inerek ağacın
gövde kısmına geldiğimde aşağıya
atladım.
Ne olduysa işte o zaman oldu..! Ahhhh..!
Ne olduysa işte o zaman oldu..! Ahhhh..!
Ağaçtan atlayıp ayaklarımın yere sertçe çarpması ile hızla yere
çömeldiğim için sol cebimdeki biçak dizimden de destek alarak kalbimin tam üzerine ‘garrt’ diyerek
saplandı, bıçağı beklemeksizin tuttuğum gibi
çektim çıkardım ve yere attım. Elimi iyice bastırdım parmaklarımın arasında kan
damlamaya başladı.Arkadaşım halimi görünce ne yapacağını şaşırdı.
Beraberce, en yakın sağlık kuruluşuna gitmek üzere şehre doğru koşmaya başladık. Bir taraftan
yağmur yağmaya başladı üstümüz başımız sırılsıklam oldu. Onbeş yirmi dakika
koştuktan sonra caddeye indik ilk gelen halk
otobüsü olmasına rağmen önüne çıkıp durdurarak en yakın
sağlık ocağına götürülmemizi sağladık. Mustafa ağabey, yaşananları doktora anlatınca, doktor, durumun
ciddiyetini anlayarak her hangi bir müdahale yapmadan, Devlet hastanesine acil sevkimi sağladı.
Sirenler eşliğinde hastaneye gidiyoruz o an aklıma gelen bütün duaları
okuyorum ve içimden ‘ bu hayatımın son günü, artık ahirete göçüyorum ama
şükürler olsun ki; aylardan ramazan ayı,
günlerden Cuma ,namazımıda eda ettim ayrıca abdestliyim(şafii mezhebinde kanama
neticesinde abdest bozulmaz.) gibi benzer düşünceler aklımdan geçiyor.
Hastaneye geldik ve hemen
ameliyathaneye aldılar. Pense ,makas.. derken … Doktor;
“-Delikanlı, verilmiş sadakan varmış.Bıçak kaburga kemiğinden kayarak yön
değiştirmiş kalbe isabet etmemiş.Yoksa çoktan ölmüştün!”
“Verilmiş sadakan varmış” sözünü içimden defalarca tekrarladım.Aklıma o anda;bir
hafta veya on gün öncesinde yaşadığım bir olay geldi:
Tam iftar saatiydi; orucu açıp
yemeğe başladığımız anda acil kan
ihtiyacı için anons yapılmıştı.Yemek masasından hemen kalkarak “ben kan vermeye
gidiyorum” demiştim. Eşim; “acele etme önce iftarını yap sonra gidersin.” demesine rağmen dinlememiştim.
Vakit kaybetmeden aracım ile Devlet hastanesine gitmiş. Müracaata geldiğimde, Hemşire hanım dış kapıya doğru seslenerek;
“-Amca gel gel ! bak kimse gelmez diyerek üzülüyordun. Beyefendi kan vermeye
gelmiş.” demişti.
Yanımıza gelen yaşlı adam, belli ki inşaatlarda çalışıyor. Elbisesi toz
içerisinde yer yer kireç,boya gibi
lekeleri içerisindeydi. Ayrıca yorgun ve bitkin olduğu her halinden belliydi. Kan ihtiyacının balkondan düşen oğlu için olduğunu söylemişti.
Kan verme işinden sonra yaşlı adam yanıma gelerek;
“-Oğlum, Allah senden razı olsun. Sen beni sevindirdin Allah’ta seni
sevindirsin, seni çoluk çocuğuna bağışlasın…” diyerek canı gönülden dua etmişti.
Tüm bu anlattıklarım film şeridi gibi gözümün önünde canlandı.
Tüm bu anlattıklarım film şeridi gibi gözümün önünde canlandı.
Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin.
Sadaka, her hastalığı ve belayı defeder.) [Beyheki]
Anladım ki şayet başka bir nedeni yok
ise, ihlasla yapılan bu dua kazanın hafif atlatılmasına vesile olmuştur düşüncesindeyim.Tabii ki en doğrusunu Allah bilir.
YORUMLAR