Yavuz Sultan selim, Mısır’ın fethi için yola çıkar.

     Mısır'a ulaşmak çok zordu.Bunun için amansız Sina Çölünü geçmek gerekiyordu. Askeri dehasıyla ün salan Napolyon bile, Yavuz Sultan Selim’den tam üçyüz yıl sonra bu çölü geçmeyi başaramamış ve Fransız askerleri çölün zorluğundan cinnet geçirerek bir birlerini vurmuşlardır.

Yavuz’dan sonraki teknik yeniliklerle 10 günde bu çöl geçilmiş ise,Yavuz Sultan Selimin yaptığı işin ne kadar büyük ve zor olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
  
  Şimdi düşünelim; Çok zorlu bir çöl geçilecek. Gündüzleri cehennem ateşi gibi kavurucu sıcaklık (+ 50 derece) akşamları ilikleri donduran soğuk (- 20 derece) Ayrıca 80 bin kişilik büyük bir orduyu o şartlarda idare  etmenin zorluğuda eklenince...   
  
  Çöle girilir, güneşin tam tepede olduğu öğle saatleri, askerlerin ve atların ter içerisinde sırıl sıklam oldukları, adeta zor nefes aldıkları bir an. Ordunun en ön safında atının üzerinde gitmekte olan Padişah, atından iner ve yaya yürümeye başlar.

Başta komutanlar olmak üzere tüm askerler bu işe bir anlam veremezler. Hayretler içerisinde kalırlar.Tabi ki, asker-i erkan da Padişah'a uyarak hemen atlarından inerek yürümeye başlarlar. 

Paşalar, Yavuz'un vezirden ileri, can-ciğer arkadaşı Hasan Can’a gelerek:

“-Hünkarımıza sorsan bu işin sırrı nedir”derler.

Hasan Can, merakla,

"-Hayırdır Sultanım bütün ordu yaya yürümenizi merak eder." der.

Yavuz Sultan Selim Han, şu manidar ve muhteşem cevabı verir:   

“-Görmüyor musun ? önümüz sıra Allah’ın Rasulü Peygamber efendimiz (sav) yürüyor?!. “O” önümüzde yürür iken biz nasıl olurda at üstünde olabiliriz?..” 

  Neticede çöl sağ salim 13 günde geçilerek Mısır fethedilir.

Savaş sırasında Yavuz’un çok değer verdiği, maneviyatı çok yüksek aynı zamanda savaş teknikleri yönünden üstün zekaya sahip Sinan Paşa’nın şehid olması, Yavuz’u çok üzer. Bu kıymetli paşasını adeta Mısır’ın tamamına denk görerek dudaklarından şu cümleler dökülür:

“- Mısır’ı aldık ama Sinan Paşa’yı kaybettik…”  

     Fetihten sonra ordusu ile Mısır'a giren Yavuz Sultan Selim'i zamanın vak’anüvisi (Devrin olaylarını kayıtla vazifelendirilmiş, resmi devlet tarihçisi.) Şöyle anlatır:

Halk Yavuz’un ihtişamını seyretmek için sokakları ve pencereleri doldurmuştu.Yavuz’u çok değişik zannediyorlar, kıyafetlerinin ve kavuğunun etrafındakilerden farklı olacağını düşünüyorlardı.Yavuz ise, önde değil,cengaverlerinin ortasında idi.Elbiseleri ve kavuğu,yanındakilerden farklı değildi.Ve önüne bakarak mütevazi bir şekilde yürüyordu.”

      Dönüşte, Üsküdar’a yaklaşıldığında halk tarafından  büyük bir tezahürat yapılacağı bilgisi kendisine ulaşınca Lalası Hasan Can’a:

     “-Orduyu tepelerin eteğine çekin dinlensin. Hava kararsın,herkes evlerine dönsün,sokaklar boşalsın ,  ben ondan sonra İstanbul’a gireyim.
Fanilerin alkışları,zafer takları ve iltifatları bizi mağlup edip yere sermesin!..”dedi. 

     Sekiz yıl kadar, kısacık Padişahlık döneminde ülkesini başarıdan başarıya taşıyan bu büyük sultan, en büyük cihadın nefis ile yapılan cihad olduğunu, hakiki zaferin ancak bir velinin irşadı ile gönül aleminde oluşacağını şu sözleri ile ne güzel ifade eder:
     
     " Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş;
      Bir velîye bende(tâbi)olmak cümleden a’lâ imiş."
     
     Savaş meydanlarında en ön saflarda şehadet arzusu ile cepheden cepheye koşan büyük Sultan ölüme yakın son anlarında,Lalası Hasan Can’ın, vefatının yaklaştığını hatırlatmak için kendisine: 

“- Padişahım,şimdi Allah ile olmak zamanıdır.” Demesi üzerine,

“-Lala,Lala! Sen şimdiye kadar beni kiminle beraber olduğumu sanırdın?” demiş ve gönül güzelliğini en derin manada ortaya koymuştur.

     Daha sonra Hasan Can’dan kendisi için Yasin-i Şerif’i okumasını istemiş.Kur'an tilavet edilirken  huzur içinde ruhunu Cenab-ı  Hakk’a teslim etmiştir.