İnsan bu dünyaya akıl nimeti ile gönderilmiştir.Akıl sayesinde hayatını maddi ve manevi boyutta sürdürebilmesi için mesuliyetleri  vardır.Yeme, içme hususunda dinimiz bir ölçü koymuştur. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur:“Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allâh israf  edenleri sevmez.” (A'râf Suresi 7/31) 

 Hayvanlar için haram, helâl yoktur.Ayrıca kendilerine zarar verecek yiyecekleri yemezler.İlahî proğram böyle… Acıktığı zaman avını yakalayıp karnını doyuran Aslan acıkıncaya kadar başka yiyecek yemez, karnı tokken en leziz ete sahip hayvan yanından geçse dönüp bakmaz.

İnsanlar ise doyduktan sonra da yemeye devam ederler.Hazmı beklenmeden sık sık yenen yemeklerle; sağlı sollu yumruk yiyen boksör gibi şaşkına dönen vücudumuz, fazlalıkları ne yapacağını şaşırır ve kullanabileceği proteinleri  yağa dönüştürerek,  göbek kısmından başlayarak  vücudumuzun her tarafına yığmaya başlar. Ardından da hastalıklar…

Peygamber efendimiz (sav) de “Her hastalığın temelinde tokluk vardır.” Buyurarak tokluğun zararlarını ne güzel vurgulamıştır.Yine yeme hırsı ile alakalı olarak Hazret-i Mevlana’nın şu ikazı çok ibretlidir. “Nice balık vardır ki, su içinde her şeyden eminken, boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.” Gerçekten  balık  oltanın ucundaki iştah çekici yeme aldanır, kendini helâk edecek kancayı görmez ve kendi hayatından olur.

İbn-i Sina’ya hastalık nedir diye sormuşlar. O da “Bir önceki yediğini sindirmeden ikinci bir yemeği yemektir.”  Cevabını vermiş.Yine o dönemlerde yapılan araştırmalarda insanın günlük 250-300 gramlık yiyeceğin, beden gücü ile çalışanların ise 500 gramlık yiyeceğin yeterli olacağı bildirilmiş daha fazlaca yenilen gıdaların fayda yerine zarar vereceği belirtilmiştir. O zamanki güçlü kuvvetli ve daha iri yapılı insanları düşünerek günümüze kıyas edelim…

Günümüzde diyabet uzmanları  az ama sık sık yemeyi önerirler. Az yemeye tamam… fakat sık yemenin ne büyük felaket olduğunu aşağıdaki açıklamalardan görelim:

Bizler sindirimi, gıdanın ağızda çiğnenmesinden sonra yutaktan mideye oradanda bağısaklara geçme olarak anlıyoruz.Aslında gerçek hazım bağırsaklarda oluyor.Yenilen gıda ortalama 5-6 saatten önce ayrıştırılıp hücreler tarafından kullanılır hale  getirilemiyor.

Yediğimiz yiyecekler midede en az 2-3 saat bağzı yiyecekler ise  cinsine göre daha uzun  süre kalırlar, sonra bağırsaklara geçerler bu süreç hazmın birinci aşaması… Minaral ve gıdaların bağısaklarda emilip enerjiye dönüşerek kan yoluyla  hücrelerin enerji ihtiyacını karşılaması süreci sindirimin ikinci aşamasıdır. 

Birinci hazım sırasında midede belirli bir kıvama gelmiş gıdalara ait  süreç  devam ederken, yenilen küçük birkaç lokma  yiyecek,  hazım sürecini bozar. Kıvamı bozulan gıdalar mayalanmaya,çürümeye bırakılır ve midede yanma,ekşime,şişkinlik ve gaz yapar.Çürümüş olan bu maddelerin bağırsaklara geçip kana karışması aşamasında, oluşacak zararı bertaraf etmek için karaciğer,safrakesesi ve pankreas  normal çalışma düzeni dışına çıkarak  daha yoğun çalışırlar  yorulurlar ve zaman içerisinde yıpranarak bu organlar da görevlerini  tam manasıyla  yapamaz hale gelirler.

 Zehirli atıklar damarlarda,eklemlerde ve diğer organlarda birikmeye başlar.Damarlarda zorla ilerleyen kan organları beslemekte  yetersiz kalır hücreler açız diyerek  feryadı basarlar.Bu sinyalı alan beyin yeniden açlık hissi vererek  tekrar yememizi sağlar. Hani sıkça rastlarız ‘ Daha yeni yedim nedense çok acıktım..!’ … yeniden otururuz tıka basa yeriz ve bu kısır döngü devam eder.

Neticede kanser başta olmak  üzere urlar,tümörler söz konusu kanın eseridir; kolesterol,safra kesesi taşları,böbrek taşları,damar tıkanıklıkları sonucu oluşan kalp krizleri …vs hepsi kanla gelen zehirli atıkların neticesidir. 

Anlatılanları  güncel bir örnek ile pekiştirelim; Kuru fasülye pişirdiğimizi var sayalım, tenceremiz fokur fokur kaynarken; içerisine et koymadığımızı hatırladık  ve içerisine kuşbaşı etinden ilave ettik. Bir avuç nohut ve suyu azaldığı için iki bardak da soğuk su kattığımızı düşünelim.Hani sık kullanılan bir deyim vardır. “Pişmiş aşa su katılmaz.” Bu yemekten, yemek  olur mu? Özellikle ev hanımlarının veya  yemek yapmayı bilenlerin “kesinlikle olmaz” dediklerini duyar gibi oluyorum.!
Hazım sürecide aynen bu duruma benzer.Sonradan yemeğe yapılan ilaveler yemeğin kıvamını nasıl bozarsa, bir proğram dahilinde çalışan midenin hazım sistemi de ara müdahaleleri kabul etmez.Bilinçsizce yaptığımız hazmı bozan ara öğünlerimiz ise bize hastalık olarak geri döner.

Değerli dostlar; her bir organımız paha biçilmez değerdedir.Ancak hasta olduğumuz zaman veya kaybettiğimiz zaman değerlerini daha  iyi anlıyoruz. Nasıl ki suda yaşayan balık suyun kıymetini bilmez.Ne zaman karaya çıktığı zaman hoplmaya zıplamaya başlar ve o zaman suyun kıymetini bilirse, bizlerde; Allah (cc) tarafından bize  emanet olarak verilen vucüdumuzu organlarımızın kıymetini, elimizden çıkmadan  bilelim ve daha bilinçlice kullanalım diyorum. Ne dersiniz?  

Kalın sağlıcakla …