Kimi sorular vardır ki güncelliğini hiçbir zaman kaybetmezler.Bir çok insanın zaman  zaman  bu tür sorular aklını kurcalamıştır.Ama bulmuş olduğu cevaplar tam manası ile tatmin edici olmamıştır.Eski tarihte yaşanmış ama günümüzde de aynen  güncelliğini koruyan bir soru,Akılları durduracak muhteşem cevaba rağmen  soru soranın nasipsizliği de ayrıca düşündürücü…

Bir İngiliz diplomat 1914-1918 tarihleri arasına sadrazamlık yapan Said Halim Paşa’ya  şu soruyu sorar:

 “-Paşa Hazretleri!..   Müslümanlar bütün hakikatlerin,buluşların,icatların Kur’an da mevcut olduğunu ddia eder dururlar.Lakin bu gerçeği ,biz batılılar keşfedip ortaya koymadıkça da Kur’an’dan çıkarıp gösterememektedirler.Benim aklım buna hep takılmaktadır.Acaba siz ne dersiniz,böyle midir?”

Said Halim Paşa,Mısır’da büyümüş,çok iyi arapça bilen,islami konulara vakıf biri olarak kendince soruyu cevaplar.Diplomat anlatılanlardan ikna olamaz.Bu durumdan canı sıkılan Sadrazam Halim Paşa,Osmanlı Meclisi Mebusan’a haber göndererek (o zaman mecliste çok sayıda alim vardı) alimlerden bir tanesinin Sadaret’e gönderilmesini talep eder.

Gelen alimin cevabından da İngiliz diplomat tatmin olunmayınca , gönderilen hocaya;

“-Alimleri hoca efendileri sen benden daha iyi tanırsın.İçlerinde bu İngiliz diplomatın gönlünü tatmin edecek her kim var ise onu arayıp bul ve yarın benim yanıma getir!..” der.

Hocaefendi, düşünür … bu sorunun cevabının sadece zahiri (dünyevi)manada bigiye sahip   alimler tarafından verilemeyeceğini  bunun için ancak mana aleminde yetişmiş gönül insanına ihtiyaç olduğunu anlar.

Bu iş için kalkıp Yalova’nın Reşadiye Köyü’nde outuran Nakşi meşayıhından Dağıstanlı Şeyh Şerafeddin Efendi’nin huzuruna gider.

“Şeyh Şerafeddin Efendi, Şeyh Şamil’le birlikte Türkiye’ye gelip yerleşmiş olan çerkes toplumundandır.Sultan Reşad,yerleştikleri köydeki hazine arazisini onlara tahsis etmiş bulunduğundan ,bu köye Reşadiye (şimdiki  Güney Köyü)adı verilmiştir.”
Hoca effendi durumu izah eder.Sabah namazından sonra faytona binip birlikte Cağaloğlu’ndaki  Sadaret’e gelirler.

İngiliz diplomat tekrar çağrılır sualinin tekrarlanması istenir.Anlatılanları dinleyen Şeyh Şerafeddin Efendi şöyle cevap verir:

“-Evet,Kur’anı Kerim’de kıyamete kadar olacak bütün buluşlar,icatlar hepsi mevcuttur.Çünkü O, bir “Kitab-ı Kainat”tır.Bu gerçeklerin siz Batılılar,fiilen ortaya çıkarmadıkça bir müslüman tarafından Kur’an-ı Kerimden ortaya çıkarılıp gösterlemediği de  doğrudur.Ama bunun üç sebebi vardır ki; size bunlardan ikisini söyleyebilirim.Üçüncüsü siz Batılıların aleyhinde olduğu için söylemek nezakete aykırı olur.”

İngiliz diplomat, her üç sebebin de açıklanmasında ısrar edince Şeyh Şerafeddin Efendi şöyle  anlatmaya başlar:

“-    Kur’anı Kerm’de fenni hakikatlere temas “sarahat”le, yani ayrıntılı olarak değil, “delalet”yani işaret kabilinde ve hülasa (kısa) olaraktır.Bunun birinci sebebi tafsilatlı olsaydı Kur’anın hacmi alabildiğine genişleyeceğinden onun ezberlenmesi imkansızlaşırdı.Halbuki diğer semavi kitapların başına gelen tahrif hadisesinin meydana gelmemesi bu ezberleme keyfiyetidir.

“-Fakat asıl sebep bu değildir.Eğer kıyamete kadar baki kalacak olan Kur’anı kerim serahat (ayrıntlı olarak geniş manada) ciyetiyle temas etmiş olsaydı asırlardır mü’min ve müslüman olan insanların çoğu zamanındaki fenni terakki seviyesi itibarıyle onları Kabul etmeyip inkar ederler iman dairesinden çıkarlardı(Şimdi düşünelim o çağda; Uzay mekiğinden  veya internetten bahsedildiğini aceba! Kaç kişi inanırdı? ) Lakin bu fenni gerçekler, fiilen ispat edildikten sonra delalet ciyetiyle olan kısmı da Kur’anı Kerim’den öğrendiklerinde imanlarının kuvvetlenmesi gibi bir netice elde ederler.”

Tabii ki anlatılan her iki husus İngiliz diplomatının  sorusuna cevap mahiyetinde ise de  daha çok müslümanları ilgilendiren önemli hususlar olduğu aşikardır.

  Şeyh Şerafeddin Efendi,üçüncü sebebi açıklamayı nezakete aykırı gördüğünden mazur görülmesini istedi ise de İngiliz diplomatın ısrarı üzerine açıklamak zorunda kalmıştır:

“-Buluşlar,icatlar siz Batılılar tecrübe edilir ve ispatlanır hale getirmeden de bilenler vardır.Bunlar ilimde “rusuh sahibi” olan ve zahiri ilimler kadar ledünni ilimlere de vakıf olan kimselerdir.Yalnız onlara da bildiklerini söylemek hususunda müsade yoktur.

Bunun sebebi de  dünya hayatının sa’y/çalışma esasına dayalı olan asli nizamını muhafaza olduğu kadar,aynı zamanda siz Batılıların her fenni keşfi egoistçe kendi emelleriniz istikametinde ve başka milletlerin aleyhine kullanmanızdır.
Sizin Kur’andan çıkarılacak yeni keşfe vakıf olmanız engellenemeyeceği içindir ki, bunu açıklamamız bize yasaklanmıştır.”  Deyince İngiliz diplomat,bunun bir “bahane” olduğunu söylemiş ve onu ikna etmenin mümkün olmadığını gören      Şeyh Şerafeddin Efendi, şu açıklamaları yapmaya mecbur kalmıştır:

“-Bak ekselans!.. Ben de Kur’an’ın delalet ciyetiyle temas ettiği fenni gerçeklerin kaffesine bir ilahi mevhibe olarak vakıf olanlardanım.İstesem,size kıyamete kadar vaki olacak bütün fenni keşifleri sayabilirim.Lakin bunu yapmak, benim için manevi bir intihar olur.Acak gerçeğin, bu söylediğim gibi olduğunu Kabul edebilmeniz için size başka harika bir bilgi sunabilirim.”

İngiliz diplomat:

“-Mesela ne gibi?” deyince  Şeyh Şerafeddin Efendi:

“-Sizin ceddinizi, ta Adem(as)’a kadar sayabilirim” der.

İngiliz’in talebi üzerine de onun ceddini geçmişe doğru saymaya başlayınca ,İngiliz diolomat:
“-Dur! Bir dakika… Sen bunları nereden biliyorsun !? Yedinci göbekten öteye ben dahi bilmem.”der.Söylenenin tasdiki mahiyetindeki bu cevaba karşılık  olarak Şeyh Hazretleri devamla:

“-Ben sadece bunu değil, sizden dünyaya gelmiş ve kıyamete kadar gelecek olanları da sayabilirim.” Diyerek, İngiliz’in önce çocuklarını, sonra torunlarını, daha sonra da henüz dünyaya gelmemiş olan neslinin İngilizce isimlerini taker taker saymaya başlayınca,İngiliz diplomat,Sadrazam’a dönerek:

“_Paşa Hazretleri! Ben sizden bir din alimi istedim,siz bana bir sihirbaz getirdiniz!..” 
diyerek kendisi için mantıken kaçınılmaz hale gelmiş olan hidayetten kaçmış.Hidayetin ilahi takdire bağlı olduğu gerçeğinin canlı misali olmuştur.

Değerli dostlarım:Burada anlatılanlar zahiri ilminin yanında ledünni ilmine sahip olan Allah dostlarının, Allah (cc) dilemesi ile nelere vakıf olduklarını,  hayat akışının ilahi takdir dahilinda gerçekleştiğini ve Kur’anı Kerim’in hiç şüphesiz her şeyi kapsadığını Yerin-göğün lisanı olduğu gerçeğidir. Ayrıca bütün peygamberlere de çaresiz kalındığı zaman onlara karşı olanlar tarafından “sihirbaz” yakıştırması yapılmaya çalışıldığı bilinen bir gerçektir.

“Ya Rabbi! Gönüllerimizi Kur’anın bereketiyle feyizlendirip, huzuruna sevdiğin ve razı olduğun bir kul olarak gelebilmeyi bizlere nasip ve müyesser eyle… Amin…”     

Kaynak:Bir nasihat binbir ibret.(O.N.Topbaş)