Bizler,  manevi anlamda anlatılanları yapılan ikazları çoğu kez kulak ardı ederiz yine hayatımıza alışık olduğumuz gibi  kaldığımız yerden devam ederiz.Acaba! buradaki eksiklik, sadece dinleyenlerden mi kaynaklanıyor? dinleyenlerden çok anlatan bu konuda vebal sahibi değil mi? dersiniz.

Bu gün camilerde yapılan vaaz-ı nasihatlerin pek etkisi olmuyor. Neden?Çünkü vaaz eden kişi; Anlatmış olduğu güzel şeyleri  bizzat kendi hayatına uygulayıp yaşamadığı için karşıya olumlu etki etmiyor.İnsan anlattığı şeyleri kendi hayatında yaşadığı ölçüde karşıya etki edebilir, o ölçüde  gönül teline dokunabilnir.

Vaiz efendi, komşuluk hakkı konusunu anlatır, ama yaşadığı hayatta komşusu ile dargındır.Namaz mevzusunu anlatır.Yatsı namazının, özellikle sabah namazının cemaatle kılınmasının  öneminden bahseder ama kendisi maalesef  cemaatle namaza devam etmez.Bayram namazları hariç sabah namazlarında çok nadir bulunur.Bu durum da anlatılanlar kuru lafta kalıyor gönle hitap etmiyor.İnsanlar söylenenden çok davranışı örnek alıyorlar.

Çok kıymetli gönül dostlarım; aşağıda anlatacağım mevzu da öğrendiklerini hayatına aksettirmiş sadece söz ile değil  “hal” davranışı ile örnek olmuş bir tüccarın ticaretteki hassasiyetine şahit olacağız.Yapmış olduğu erdemli davranışın semeresini bu dünyada gördüğü gibi ahreti için de paha biçilmez bir sermaye elde ettiğini göreceğiz:

İslamı güzel bir şekilde hayatına aksettirmiş, kumaş ticareti ile meşgul olan bir tacir, Endonezya’ya gitmeye karar verir.Kumaşlarını bir gemiye yükler ve gider.Oraya yerleşerek ticaretine başlar.  

Getirmiş olduğu kumaşlar tam da halkın istediği gibi çok kaliteli güzel kumaşlardır.Tüccar kanaat sahibi bir insandır. “Kazancım helâl olsun da varsın az olsun” düşüncesindedir.Bu nedenle nasıl olsa kumaşlarım çok beğeniliyor değerinin çok üstünde satayım  kâr edeyim kısa zamanda zengin olayım  şeklinde düşünmez.

Bir gün iş yerine geldiğinde, tezgahtarın sattığı kumaştan çok fazla kâr ettiğini görür.Tezgahtar ile aralarında şu şekilde bir konuşma geçer:

“-Hangi kumaştan sattın?”

“-Şu kumaştan efendim.”

“-Kaça sattın?”

“- On akçeye.”

“-Onun fiyatı beş akçe idi. Nasıl olur da on akçeye satarsın? Alıcının bize hakkı geçmiş.Görürsen hatırlayıp tanırmısın ?

“-Evet tanırım!”

“- Vakit kaybetme! o müşteriyi  hemen bul getir,onunla bir an önce helâlleşmem gerekiyor.”

Tezgahtar gider,müşteriyi bulur getirir.Tüccar hemen helâllik diler ve tezgahtar tarafından alınan fazla para iade edilir.Böyle bir muamele ile hiç karşılaşmamış olan müşteri şok olmuştur. “Hakkını helâl et?” cümlesini defalarca içinden tekrar eder.
Bu hadise dilden dile dolaşır ve kralın kulağına gider.Kral hayretler içerisinde kalır ve tüccarı sarayına çağırır ve:

“-Sizin bu davranışınızı daha önce ne gördük nede duyduk.Çok merak ediyorum bunun nedenini açıklarmısın?”

“-Ben bir müslümanım.İslam’da mülk, Allah’ındır.Kul sadece emanetçidir.Ayrıca İslam’da haksız kazanç,kandırmak sureti ile değerinin çok  üstünde satış yapmak ve toplumun zararına olan bütün satışlar yasaktır.

Bu alışverişte müşterinin bana hakkı geçmişti bu nedenle de kazancıma haram karışmıştı ben sadece bunu düzelttim.”   diyerek cevap verir.

Kral:

“-İslam nedir,Müslüman olmak neyi gerektirir? Şeklinde benzer soruları ardı ardına sorar.

Tüccar sorulan sorulara güzelce cevaplar verir.Kral daha fazla vakit geçirmeden kelime-i şahadet getirerek müslüman olur.Bu olayı duyan halk da kısa süre içerisinde  müslüman olur.       

Beş akçelik kumaş ticaretinde sergilenen İslam ahlakı bu gün dünya devletleri içerisinde yaklaşık 250 milyonluk en yoğun Müslüman nüfusuna sahip olan Endonezya’nın İslam’ı kabul etmesine neden olmuştur.

Tacir; yaşadığı süre içerisinde bu dünyada itibar kazandığı gibi kıyamet saatine  kadar sürecek olan bitip tükenmek bilmeyen ve sürekli katlanarak artan  manevi kazanca sahip olmuştur.  Çünkü ;hadisi şerifte “ Bir hayra vesile olan hayrı yapmış gibidir.”  buyrulmakta. Ne mutlu yaşamlarında, nefse gem vurarak  İslam ahlakını sergileye bilenlere …Selam ve dua ile…